10 Ocak 2019 Perşembe

İNCİ

(wikipedia)

‘İnsanoğlu için açgözlü denmiştir her zaman. Elindekiyle yetinmeyip hep daha fazlasını istediği söylenir.  Bunlar küçümseme dolu, eleştiri niteliğinde sözlerdir. Oysa istemek insanın en büyük yeteneklerinden biridir ve onu,  bulduğuyla yetinen hayvan türlerinden üstün kılar.’



İnci, Meksika halk hikâyesine tutulmuş bir aynadır. Toplumsal bir eleştiridir. İnsanoğlunun İD olan yapısıyla karşı karşıya gelmesidir. 1940 Pulitzer ve 1962 Nobel Edebiyat Ödülüne sahip yazar John Steinbeck, inci isimli kitabını, La Paz isimli kentte gerçekleştirdiği gezi sırasında bir Meksika halk hikayesinden esinlenerek yazdı.

(neobilge)
John Steinbeck

Yazar, Kino ve ailesinin yaşam öyküsünü anlatmadan önce okura şöyle söylüyor. ‘ Bu öykü bir kıssaysa, belki de herkes ondan kendine göre bir anlam çıkarıyordur, kendi yaşamını onda yorumluyordur.’ Yazar bu sözleriyle eserin bir çok mana kazanabileceğini ve her okurun farklı bir neticeye varabileceğini belirtiyor.
Kitap, bir zamanlar İspanya Kralı’na büyük zenginlikler getiren bir koyda yaşayan fakir bir Kızılderili inci avcısının, Kino ve ailesinin hayat hikâyesini anlatır.

Kino, zengin inci hayatlarına sahip ve en önemli geçim kaynağı inci olan bir kasabanın yoksul mahallerinden birinde, küçük çalı kulübesinde karısı Juana ve oğlu Coyotito ile sakin bir hayat sürmektedir. 

Bir gün oğlu Coyotito, akrep tarafından sokulur. Juana akrebin ağusunu bebeğin bedeninden çıkarmaya çalışsa da bebeğin bedeni kızarmaya başlar. Kino, bunun üzerine oğlunu doktora götürür. Doktor da kendini beğenmiş ve açgözlü bir karaktere sahip olduğu için bebeği karşılıksız bakmayacağını söyler. Bunun üzerine Kino çareyi denizde arar ve inci bulma umuduyla denize dalar.

Daldığı bölgede martı büyüklüğünde bir inci bulur. Bulduğu bu inci Kino’nun hayatına bir umut ışığı olur ve hayatının değişeceğine inanır. Bütün sorun burada başlar. Kino’nun hayatı değişir evet ama düşündüğü gibi bir değişim olmaz.

John Steinbeck, bu eseriyle okuyucuyu gerçek bir dünyaya götürür. Hırsın ve kıskançlığın insanların özünü ortaya çıkardığı bir dünyaya. Freud’un yapısal kişilik kuramında insanı üç ana başlık altında inceler; İD,EGO,SUPEREGO. Steinbeck, bu romanda okurlarına bu kişilik arası geçişleri de gayet net gösterir. Yazar aynı zamanda okuma yazma bilmeyen, olanaksızlıklar içerisinde yaşayan bireylerin farkındalıklarını da ortaya koymaktadır. Kino, okuma yazma bilmemesine rağmen, bilgilerini güvence sayarak onu kandırmaya yaklaşan insanlardan incisini korumaya çalışıyor. Bunu yaparken yazar karşısındaki insanların etik anlayışından ziyade, kendi bilgisizliğini sebep görüyor.

İnciyi bulan Kino’nun ne yapacağına soranlara karşı cevabı;
 ‘ Benim oğlum okuma yazma öğrenecek, kitaplar karıştıracak, yazacak da, yazmayı da öğrenecek. Oğlum sayılarla uğraşacak. Onun bunları bilmesi bizi özgürlüğe kavuşturacak. O öğrenecek, onun aracılığı ile bizler de öğreneceğiz.’

Bu cevap yazarın vurgulamak istediği farkındalığı destekler niteliktedir.

Yazarın aynı zamanda kullandığı yalın dili ve aslında her dönemde rastlayabileceğimiz bu sorunlara ayna tutması, kitabın güncelliğini her daim korumasına olanak sağlamaktadır.

YOLUN CÖMERTLİĞİ

(amazon)

Bir amaç uğrana yapılan yolculukların sonu bazen hiç umulmadık gerçeklere varır.

Endüstrileşen dünyanın omuzlarına çöken baskısı ve günlük hayatın telaşlarından kurtulup rahatlamak için yapılan yolculukların varış noktası bazen tahmin edildiği gibi olmayabilir. Yolculuk sırasında bir insan tanırsın, bir ülke tanırsın ama en önemlisi, hayatın gerçekleriyle tanışırsın. Birlikte yolculuğa çıkan 3 insan Tenoch ( Diego Luna), Julio ( Gael Garcia Bernal) ve Luisa (Ana Lopez Mercado). Mitolojik bir sahili ( Cennetin Ağızı) ararken, aradıklarından çok daha fazlasını bulurlar ama yolda değil, kişiliklerinde.

(oneroomwithaview)

Çocukluk arkadaşı olan Tenoch  ve Julio kendilerinden yaşça büyük Luisa’yı da yanlarına alarak Cennetin Ağzı olarak nitelendirdikleri mitolojik bir sahili bulmak için Meksika’yı bir uçtan diğer uca dolaşırlar. 
Tenoch ve Julio’nun hayatları sevişmekten, ot içmekten, eğlenmekten, gevezelik etmekten ibarettir. Luisa ise iktidarsız, öz güveni olmayan, zengin bir adamla evli, güzel bir kadındır. 
Luisa, Tenoch ve Julio ile bir düğünde tanışır. Tenoch ve julio Luisa’dan etkilenir ve onu kafaya almaya çalışırlar. Seyahatlerinden bahsederler ve ona da gelmesi için teklifte bulunurlar. Kocasının onu aldattığını öğrenmesi üzerine Luisa, toplumsal rolün ona yüklediği sorumlulukları bir çırpıda yok sayar ve teklife olumlu cevap verir. 


(diariesofmagazine/nontonsini)

İlk bakışta şehvet dolu bir yol filmi olarak görünen film,  ilerleyen sahnelerde Meksika’nın ülke sorunlarına büyük bir pencere açıyor. Film izleyiciye, filmlerde anlatıldığı kadar tozpembe bir hayat olmadığını gösteriyor.

(flavorwire)

Filmde, Karakterlerin yolda karşılaştıkları her bir insanın hikayesi, bizi bir sonuca götürüyor;  Kapitalizmin, sınıflaşmanın ve küreselleşmenin, insanın aile geçindirme becerisinden tutunda cinsel arzularının şekillenmesine kadar her konuda ne kadar etkili olduğu.

9 Ocak 2019 Çarşamba

TANRININ UNUTULAN ÇOCUKLARI: CHARLİE VE JASPER

(d&r)

Hayat bir piyango gibidir: Şanslı olan kazanır, şanssız ise tanrının unutulan çocuklarıdır.


Yayınlandığı zaman Avusturalya’da en çok satanlar listesinde zirveye oturan ‘ Tanrının Unutulan Çocukları’ isimli kitap yetişkinliğe adım atan iki çocuğun, bir sırla başlayan dostluğunu  ve başlarından geçen cesur bir hikayeyi konu alıyor.


‘Pencereme gelmişti.
Nedenini bilmiyorum ama gelmişti işte.
Belki başı dertteydi.
Belki de gidecek başka yeri yoktu.’


Jasper, bir gün gece hiç ummadığı anda bir cinayete tanıklık eder. Tanıklık ettiği cinayet sonrası gidecek  ve paylaşacak başka bir yeri olmadığını düşünen Jasper,  çaresizce bu güne kadar hiç konuşmamış olduğu Charlie’nin odasının penceresinin önünde gider. Beraberce göğüsledikleri bu cinayet ve cinayetin izini sürerken kendi hayatlarına dair keşfettiği gerçekler, onlara yaşadıkları hayatın gerçek yüzünü gösterir.


Onların peşinden sürüklendiği bu macera, bir anda toplumsal değerlerin gerçek yüzünü ortaya çıkarır ve toplumun çocuk gelişimindeki etkilerini okura net bir şekilde gösterir.


(literaryminded)
Craig Silvey

‘ Bazıları için kendi yanlışlarını düzeltmektense başkalarını suçlamak daha kolaydır.’

Olaylar 1960’ta Corrigan’da geçiyor. Jasper’in ara sıra kaçıp kafa dinlemek için gittiği ormandaki gizli yerinde intihar eden bir kız bulmasıyla başlıyor. Cinayetin arkasındaki sır perdesini aralamaya çalışan Charlie ve Jasper, bu süreçte hiç beklemedikleri olaylar yaşıyor ve korkularıyla yüzleşmek zorunda kalıyorlar.

‘Cesaret, korkuya direnmek ve ona galip gelmektir.’

 Charlie dersleri konusunda başarılı, kitap okumayı çok seven 13 yaşında bir çocuktur. Sosyal hayatında ise çok fazla faal değildir. Bir gece kitap okurken beklenmeyen misafirin camının önüne gelmesiyle Charlie’nin hayatı tamamen değişir. Gelen Jasper’dır. Toplum tarafından dışlanan ve herkesin ön yargılı davrandığı biridir 
 Annesini trafik kazasında kaybetmiş ve alkolik babasıyla yaşayan, kasabalılar tarafından dışlanan, hiçbir ailenin çocuğuyla arkadaşlık etmesine izin verilmeyen bir çocuktur. Fakat toplum tarafından dışlanan bu çocuğun kimseye söylemediği bir sırlarla dolu bir hayatı vardır.
Jasper, Charlie’yi ormandaki gizli yerine gitmeye ikna eder ve Charlie ailesine çaktırmadan pencereden kaçarak evden çıkar. Jasper’in gizli yerine vardıklarında ise hiç beklemediği bir manzara ile karşı karşıya kalır. Valinin kızı Laura ağaçta asılı, sallanmaktadır. Jasper kendisinin onu öldürmediğini bunu polise söylerse kimsenin ona inanmayacağını söyler. Olayın gerçek yüzünü buluncaya kadar cesedi göle atarlar ve cinayetin arkasındaki sır perdesini aralamak için yola koyulurlar.

1 Ocak 2019 Salı

CALİGULA


(liontv)


Zalimliği, acımasızlığı ve sapıklığıyla tarih yazmış bir imparator, Caligula.

Neye yarar insan dünyaları kazansa, kendi ruhunu kaybettikten sonra?

(Puperest Roma M.S. 37 – M.S. 41.)

Caligula, 31 Ağustos 12’de, Roma’nın sayfiye yerlerinden Antium’da doğdu. Asıl adı Julius Caesar Germanicus’dur. İmparator Augustus’un evlatlık torunu Germanicus ve torunu Agrippina’nın doğumundan sonra hayatta kalan altı çocuktan üçüncüsüdür. 
Babası Rhein’da Roma Ordusunun komutanıydı ve Caligula’yı da çoğu zaman asker kıyafetleri ve botları giydirip orduya yanına götürürdü. Ordunun maskotu gibiydi ve herkes onu çok severdi. Bundan dolayı Gauis Julius Caesar  Germanicus’a ‘Küçük Çizme’ anlamına gelen ‘Caligula‘ lakabını taktılar.

(writingthepast)
Savaş Döneminden Bir Caligae

Tahtın varisinin kim olacağı konusunda tartışmalar sürerken İmparator Tiberius, öz torunu ve Caligula arasında çelişkideydi. Varis olmayı kanunlara göre yaşından dolayı hak eden Caligula olması gerekiyordu fakat Tiberius, Caligulanın tahta çıktıktan sonra torununu öldürmesinden endişe ediyordu. Caligula, ilk başlarda İmparator olmak istemiyordu fakat dönemin ordu komutanı Caligula’yı cesaretlendirince fikri değişti ve Caligula, Tiberius’u öldürtüp 37'de tahta çıktı. Dört yıllık yönetim dönemi korku ve terör dönemi olarak adlandırılırdı. 

(antiktarih)

Tiberius döneminde yasaların, devlet yararına koruyucuları sayılan ancak uyguladıkları baskıcı yöntemler nedeniyle halkın nefretini kazanan savcıları sürgüne gönderdi. Siyasi suçluları affetti. Sürgünlerin ülkeye geri dönmelerine izin verdi.  Halka yeniden seçim hakkı tanıdı. Halka ağır gelen vergilerin bir kısmını azalttı. Merkezi yönetimin yetkilerini kısarak valilere daha geniş idari haklar tanıdı. Yaptığı bu değişikliklerle toplumun geniş kesimlerinin desteğini kazandı. Caligula’nın ilk yedi aylık yönetimi tamamen mutluluk içerisinde geçti ve halk tarafından çok fazla sevildi.
Saltanatına uğurlu bir başlangıç yapan Caligula, 37 yılının Ekim ayında ciddi anlamda bir rahatsızlık geçirir. İmparator olduktan sonra sık sık banyo yapması, içmesi ve cinsel ilişkiye girmesi sebep gösterilir. Hastalığa tamamen esir düşen Caligula, toparlandıktan sonra tamamen başka biri olarak yönetimin başına geçer. Tarihçi Philo, Caligula’nın rahatsızlığını saltanatın dönüm noktası olarak görür. Tarihçi Howard Hayes Scullard’a göre: Caligula hastalığından şehvet düşkünü bir canavar ve şeytani bir zalim olarak çıktığından bahsetmektedir.

(ancientorigins)

Tahtın başına geçen Caligula artık aşırı zalim, çok ve alışılmamış cinsel alışkanlıklar (kız kardeşiyle birlikte olma gibi), gelenek ve senatolara karşı aşırı saygısız gibi davranışlar takınmaya başlar. Atını senato üyesi yapmak isteyen Caligula, bu isteğini kabul ettirene kadar bu durumu senatoya karşı aşırı saygısızca tavırlar takınır. Aynı zamanda aşırı savurgan olan Caligula, imparatorluğa gelir sağlaması için imparatorluğun içerisine genel ev açar ve senato üyelerinin karılarını en yüksek paraları verene kiralar. Ordularını kuzeye götürüp gülünç durumlara sokar. Britanya'yı alacağını söyleyerek sefere çıkar. Ordusunu bir denizin kenarına götürür ve sonra vazgeçip askerlere deniz kabuğu toplatır. Bu durumdan senato oldukça rahatsız olmaya başlar ve Caligula’nın tahttan indirilmesinin imparatorluk için daha iyi olacağına karar verir. Orduyu da bu konuda ikna etmeye çalışır. Senatörler sonunda orduyu ikna etmeyi başarır ve Caligula ordusu tarafından kurulan bir suikast sonucu öldürülür

30 Aralık 2018 Pazar

TÜRKİYE TELEVİZYONUNUN DEĞİŞİMİ


Etkili bir toplumsal iletişim aracı olma özelliği taşıyan televizyon, günümüzde ilgi sınırlarını toplumsalın ötesine genişleterek "küreselleşme" olgusunun uluslararası taşıyıcısı / yayıcısı konumuna ulaşmıştır.

Kurumsal ve yapısal dönüşümü hedeflemiş olan birçok yenilik, insanlık tarihinin son üç yüz yılında ortaya çıkmıştır. Tarihsel bir kırılma ve toplumsal bir alt-üst oluşa neden olan bu yeniliklerden biri de, insanın teknolojiyi keşfetmesidir. Teknoloji geçmişten günümüze hızla ilerlemeler kaydetti ve hayatımızın hemen hemen her alanına yayıldı. Bu durum hayat koşullarının, yaşam tarzlarının ve alışkanlıklarının değişmesinde de önemli rol oynadı. Bugün teknoloji ile tanıştığımız ilk  zamana baktığımızda her şeyin daha hızlı yol aldığını ve bizim bir çok alışkanlığımızın da buna göre şekillendiğini görüyoruz. Bu durum toplumsal yapının ve düşüncelerinin de üzerinde etkin bir rol oynadı. Teknoloji, toplumun bakış açısını da toplumun yapısını da teknoloji çağına göre şekillendirmeye başladı. Gerçekleşen bu yeniliklerle Türkiye televizyonu da büyük bir değişime uğradı. Peki , nedir bu değişimler? Neleri değiştirdi hayatımızda ya da toplumumuzda?  TRT’de yetişmiş ve bugüne gelmiş Çiğdem Tunç ve Korhan Abay’a Türkiye Televizyonunun değişiminin sebeplerini sorduk.


TRT hayatınız ne zaman ve nasıl başladı?
 Tiyatrocuydum ben. Tiyatro yapıyordum. Televizyondaki arkadaşlarımıza da skeçler filan çekiyorduk. İlk televizyon hayatımız öyle başladı. Domates güzeli diye skeçler çektik Ayşen Guruda ile birlikte. Bunlar çok popüler oldu komedi olduğu için ondan sonra da sunucu olmak istediğimi fark ettim ve bir programda sunuculuğa başladım sonrasında başka programlardan da teklif aldım ve böylece yürüdüm gittim zaten.

Kariyer hayatınıza TRT’nin özel bir katkısı olduğunu düşüyor musunuz?
      O dönemde TRT’den başka bir kanal yoktu. İzlediğim bu yolun başlangıcıydı sadece. Eleştirdiğimizde olurdu ama şimdi ki zamana bakarsak o zaman baya bir devlet kurumuymuş.

TRT sizin için ne ifade ediyor?
     Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu.

Eski dönem ile yeni dönemi kıyaslayacak olursak TV değişime uğradı mı? Nedir bu değişimler?
    Dünyada her an  her şey değişiyor. TRT de çok değişti tabi. Bizim zamanımızda TRT ile ilişkilerimizin yoğun olduğu dönemlerde hiçbir şekilde politik değildi. Politikanın ufak tefek etkileri her zaman olur elbette. Önemli bir kitle iletişim aracına bütün iktidarlar bir şekilde girip kendi lehlerine, kendi mesajlarını vermek için kullanmak isterler. Bugün ise artık tamamen iktidarın kontrolünde ve tamamen iktidarın borazanını çalan tarafsızlığını ve saygınlığını yitirmiş bir kurum halinde.

Eski dönem sunucu, yapımcı ve programcıları ile yeni dönem sunucu, yapımcı ve programcıları arasında fark mıdır?
   Fark elbette var. Dediğim gibi her şey değişiyor ve bunlarda değişti. Öncelikle şimdiki zamanın teknikleri başka yani teknik donanımlar çok farklı. Bizim dönemimizde teknik olanaklarımız daha sınırlıydı dolayısıyla sunucu olsun oyuncu olsun ağırlıkla  insan yeteneğine daha fazla ağırlık verilirdi. Şimdi biraz daha farklı.  Birçok şey çok daha kolay ve hızlı oluyor. Eskiden çok daha ciddi çalışmalar yapmak gerekirdi. Biraz daha emek vermek gerekirdi. Şimdide emek veriliyor ama bazı şeyler çok daha kolay. Değişen teknoloji ve değişen dünya ile insanlar tüm imkanları sınırsızca kullanıyorlar.


Türkiye’ de özel kanallar ile birlikte programlar ve izleyiciler nasıl değişime uğradı ?
-       Popülist bir değişime uğradı. Özel televizyonlar doğal olarak biraz daha reyting bağımlısı ve reklam bağımlısı. Kanallar reklam almak zorunda çünkü  para kazanmak zorunda. Elektrik paralarından, televizyonlardaki satışlarda bandrol ücretlerinden payları olmadığı için tabi halkın daha çok seyredeceği, reklam verenlerinde reklamlarını göstermek isteyeceği bir mecra haline dönüşmek zorundaydılar. Dolayısıyla halkın daha çok beğeneceği popülist diyebileceğimiz kaliteden ödün veren hem söylem olarak hem içerik olarak bir anlamda sanatsal ve estetik kanallardan bağımsız yeni bir üslup geliştirmek zorunda kaldılar. Bu da doğal tabi çünkü devlet televizyonu olunca reklam gelse de olur gelmese de olur. Onun için daha istenilen kaliteli programlar vardı. Mesela bizim zamanımızda Kaptan Kusto belgeseli vardı. İnsanlar her hafta bunları seyrederdi ve çok şey öğrenirdi. Başka kanal seçeneği de yoktu. Oda güzel bir programdı. Seyrettiriyordu kendini. Televizyonda tiyatro diye bir şey vardı. Bizim daha önce oynadığımız oyunları çekerlerdi. Kültürel ve sanatsal açıdan daha kaliteliydi.

Günümüzde bir çok program yapılıyor ve bu programlardan bazıları çok eleştiri alıyor. Eleştirilmesine rağmen aynı zamanda çokta izleniyor. Bunun sebebi nedir?
-     Eleştirenler ile izleyenler aynı değil aslında ama arada istisna bir kitlede yok değil. Ben daha önce hiç izlemedim. Merak bile etmedim o yüzden net bir şey söyleyemem.

Günümüzde yapılan programlar eski dönem izleyici kitlesinin tercihlerini değiştirdi mi?
-       Dediğim gibi dünya değişiyor, şartlar değişiyor ve elbette tercihler de değişiyor. Elbette değişti. Tabi eski programlar, dizleri veya belgeselleri izleyen de var. Ama bu soruya verilebileceğim cevapta başka seçenekleri olmayışı olur sanırım. İzleyecek başka bir şey olmayınca elde olan izleniyor ve buda tercihlerin değişmesine sebep oluyor. Kimi insan da benim gibi tamamen televizyondan kopuyor. Ulusal kanalları ben hiç seyretmiyorum. Ofisimde genelde haber kanalları ve belgeseller açıktır. Ama belgesel kanalları da maalesef o kadar kötü bir hale geldi ki onlarda aynı popülizmi yapıyorlar. Eskiden bilgilendirici veya tarihsel açıdan öğretici birçok şey olurdu ama artık maalesef farklı bir boyuta geçildi ve belki de hiç izlenmeyecek şeylerin belgeselleri yapılır oldu. Mesela History Channel dünya tarihine bakardı ama artık bu özelliğini yitirmeye başladı.


TRT hayatınız ne zaman ve nasıl başladı?
-    Tiyatrocuydum ben. Tiyatro yapıyordum. Televizyondaki arkadaşlarımıza da skeçler filan çekiyorduk. İlk televizyon hayatımız öyle başladı. Domates güzeli diye skeçler çektik Ayşen Guruda ile birlikte. Bunlar çok popüler oldu komedi olduğu için ondan sonra da sunucu olmak istediğimi fark ettim ve bir programda sunuculuğa başladım sonrasında başka programlardan da teklif aldım ve böylece yürüdüm gittim zaten.

Kariyer hayatınıza TRT’nin özel bir katkısı olduğunu düşüyor musunuz?
-   O dönemde TRT’den başka bir kanal yoktu. İzlediğim bu yolun başlangıcıydı sadece. Eleştirdiğimizde olurdu ama şimdi ki zamana bakarsak o zaman baya bir devlet kurumuymuş.


TRT sizin için ne ifade ediyor?
     Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu.

Eski dönem ile yeni dönemi kıyaslayacak olursak TV değişime uğradı mı? Nedir bu değişimler?
-     Dünyada her an  her şey değişiyor. TRT de çok değişti tabi. Bizim zamanımızda TRT ile ilişkilerimizin yoğun olduğu dönemlerde hiçbir şekilde politik değildi. Politikanın ufak tefek etkileri her zaman olur elbette. Önemli bir kitle iletişim aracına bütün iktidarlar bir şekilde girip kendi lehlerine, kendi mesajlarını vermek için kullanmak isterler. Bugün ise artık tamamen iktidarın kontrolünde ve tamamen iktidarın borazanını çalan tarafsızlığını ve saygınlığını yitirmiş bir kurum halinde.

Eski dönem sunucu, yapımcı ve programcıları ile yeni dönem sunucu, yapımcı ve programcıları arasında fark mıdır?
 Fark elbette var. Dediğim gibi her şey değişiyor ve bunlarda değişti. Öncelikle şimdiki zamanın teknikleri başka yani teknik donanımlar çok farklı. Bizim dönemimizde teknik olanaklarımız daha sınırlıydı dolayısıyla sunucu olsun oyuncu olsun ağırlıkla  insan yeteneğine daha fazla ağırlık verilirdi. Şimdi biraz daha farklı.  Birçok şey çok daha kolay ve hızlı oluyor. Eskiden çok daha ciddi çalışmalar yapmak gerekirdi. Biraz daha emek vermek gerekirdi. Şimdide emek veriliyor ama bazı şeyler çok daha kolay. Değişen teknoloji ve değişen dünya ile insanlar tüm imkanları sınırsızca kullanıyorlar.

Türkiye’ de özel kanallar ile birlikte programlar ve izleyiciler nasıl değişime uğradı ?
-          Popülist bir değişime uğradı. Özel televizyonlar doğal olarak biraz daha reyting bağımlısı ve reklam bağımlısı. Kanallar reklam almak zorunda çünkü  para kazanmak zorunda. Elektrik paralarından, televizyonlardaki satışlarda bandrol ücretlerinden payları olmadığı için tabi halkın daha çok seyredeceği, reklam verenlerinde reklamlarını göstermek isteyeceği bir mecra haline dönüşmek zorundaydılar. Dolayısıyla halkın daha çok beğeneceği popülist diyebileceğimiz kaliteden ödün veren hem söylem olarak hem içerik olarak bir anlamda sanatsal ve estetik kanallardan bağımsız yeni bir üslup geliştirmek zorunda kaldılar. Bu da doğal tabi çünkü devlet televizyonu olunca reklam gelse de olur gelmese de olur. Onun için daha istenilen kaliteli programlar vardı. Mesela bizim zamanımızda Kaptan Kusto belgeseli vardı. İnsanlar her hafta bunları seyrederdi ve çok şey öğrenirdi. Başka kanal seçeneği de yoktu. Oda güzel bir programdı. Seyrettiriyordu kendini. Televizyonda tiyatro diye bir şey vardı. Bizim daha önce oynadığımız oyunları çekerlerdi. Kültürel ve sanatsal açıdan daha kaliteliydi.

Günümüzde bir çok program yapılıyor ve bu programlardan bazıları çok eleştiri alıyor. Eleştirilmesine rağmen aynı zamanda çokta izleniyor. Bunun sebebi nedir?
  Eleştirenler ile izleyenler aynı değil aslında ama arada istisna bir kitlede yok değil. Ben daha önce hiç izlemedim. Merak bile etmedim o yüzden net bir şey söyleyemem.

Günümüzde yapılan programlar eski dönem izleyici kitlesinin tercihlerini değiştirdi mi?
-          Dediğim gibi dünya değişiyor, şartlar değişiyor ve elbette tercihler de değişiyor. Elbette değişti. Tabi eski programlar, dizleri veya belgeselleri izleyen de var. Ama bu soruya verilebileceğim cevapta başka seçenekleri olmayışı olur sanırım. İzleyecek başka bir şey olmayınca elde olan izleniyor ve buda tercihlerin değişmesine sebep oluyor. Kimi insan da benim gibi tamamen televizyondan kopuyor. Ulusal kanalları ben hiç seyretmiyorum. Ofisimde genelde haber kanalları ve belgeseller açıktır. Ama belgesel kanalları da maalesef o kadar kötü bir hale geldi ki onlarda aynı popülizmi yapıyorlar. Eskiden bilgilendirici veya tarihsel açıdan öğretici birçok şey olurdu ama artık maalesef farklı bir boyuta geçildi ve belki de hiç izlenmeyecek şeylerin belgeselleri yapılır oldu. Mesela History Channel dünya tarihine bakardı ama artık bu özelliğini yitirmeye başladı.


27 Aralık 2018 Perşembe

İSTANBUL TANGO

(tangopedi)

Eşref Tekinalp: Türkiye tangodaki başarısıyla Arjantin’den donra ikinci sırada.

Tango, 19.yy’ın ikinci yarısında Arjantin’de Buenos Aires’in yoksul kesimlerinin arasında doğmuş, İspanyol tangosunun hızlı ve tempolu bir Arjantin dansı olan Milonga ile kaynaşması sonucunda ortaya çıkan ritimli, ağır bir danstır.
Tango, kalıcı olanların değil, hep gidecek olanların dansıdır. Ele geçirilemeyenler arasında sessiz bir kavgadır. Beraber bir tuzağın koynuna düşmeyi çok isteyen ve bunu ilk kimin söyleyeceğini yoklayan bir kadınla bir erkeğin kavgasıdır. Çok korkan ama belli etmeyen iki kişinin birbirine meydan okuyuşudur. ‘Sevdim de vermediler’ ağlaşası değil, ‘Zaten hiç sevmedim’ yalanıdır.
Erkek kadına tuzaklar kurar, devamlı ısrar eder. Kadın da o tuzaklardan kurtulmaya çalışır, devamlı direnir. Ve böylece kadının ve erkeğin tutku dolu, aşk dolu, ihtiraz dolu çatışması başlar.


İstanbul Tango’nun kurucu ortağı Eşref Tekinalp bize bu tutku ve aşk dolu dans hakkında bilinmeyenleri anlattı.



Eşref Tekinalp

Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
İsmim Eşref Tekinalp. İstanbul Teknik Üniversitesi çevre mühendisliği mezunuyum. Bir süre çevre mühendisliği yaptım ama has bel kadar bir şekilde Arjantin tangoya bulaştım. Normalde dansçı değilimdir herhangi bir temelim yok.

Tango nedir ve sizin için ne ifade ediyor?
Tango nedir sorusunun cevabı çok kısada olabilir çok uzun da olabilir aslında. Birine sorduğunuzda tango nedir diye alacağınız cevap ‘ tango bir dans türüdür.’ olur. Fakat bana sorarsanız tango bir dildir. Tamamen doğaçlama yapılan bir şeydir ve hisler çok önemlidir. Dansta bir yöneten bide takipçi vardır. Aralarında belirli konuşmalar geçer. Bu görünen tangonun görünün yüzüdür. Ama arkasında çok derin bir tarihi vardır. İnsanların Arjantin’e yeni göç ettiği zamanlarda sosyalleşmek amacıyla yaptığı bir şeymiş ilk başlarda. Bununla ilgili de internette birçok yazı birçok bilgi var. Ama tangoyu asıl çekici kılan kendine özgü bir dili olması. Tangoyu öğrendiğiniz zaman dünyanın neresine giderseniz gidin kendinizi çok rahat ifade edebilirsiniz.

Tangoya ilginiz ne zaman başladı?
Üniversiteden sonra iş hayatının dikenli yollarına girince kendimize kültür sanat tarzında bir faaliyet yapalım istedik o zaman ki eşimin etkisiyle tangoya attık kendimizi. Arjantin tangosunu çok sevdim. O zaman ki dönemlerde bir grubumuz vardı. O grupla baya faaliyetlerimiz oldu. Sonra 2008 yılında Arjantin'e gittim geldim. Döndüğümde kendimi tamamen bu işin içinde, bu işin bütün dallarını yapar halde buldum diyebilirim. Severek yaptım ve bu zamana kadar geldim. Arjantin tangosuna dans demek haksızlık olur aslında. Arjantin tangosu bir kültürdür. Dansın çok çok ötesinde bir yaşam tarzıdır, bir yaşam biçimidir. Dans eden bir sürü insan görüyorum, çok güzel şeyler yapıyorlar. Dansta kurgunun önemi büyük fakat tangoda fazlası var. Kültürel bir mozaik var. Çok derin bir dans. Beni de aslında içine çekende buydu.


İstanbul Tango Okulu

Dans dünyasına girdikten sonra tango dışında başka alanlara da yönelmeyi düşünmediniz mi hiç?
Bu işe tamamen bir kültürel etkinlik olarak girdim ilk başta. Ama tercihim tango yönünde oldu çünkü tango diğer danslardan çok çok farklı. Sadece dans demek yeterli değil tango için bence. Genel kültür olsun diye başka dansları da denedim ama yeteri kadar fırsat yaratamıyorum yoğunluktan dolayı.

Ne zamandan beri dans eğitmenliği yapıyorsunuz?

2009’dan beri dans eğitmenliği yapıyorum. Hemen hemen 10 yıldır yapıyorum bunu.


İstanbul dışında başka okullarınız var mı?
İstanbul’da 4 şubemiz var. Kızıl toprak, Mecidiyeköy, Taksim ve Bakırköy’de. İstanbul dışında okulumuz yok.  Benim bir dans partnerim var. Beraber dünyanın her yerinde eğitim veriyoruz. Rusya’da, Fransa’da, Almanya’da, Lübnan’da, Mısır’da, Amerika’da, Kanada’da kısacası dünyanın her yerinden davet alıp gidiyoruz ve dans severlere, tango severlere bir şeyler öğretiyoruz. Gösteriler yapıyoruz.  Dışarıda okulumuz yok ama ayaklı bir okulmuşuz gibi düşünebilirsin bizi. Türkiye’de de geziyoruz. Eskişehir’de, Antalya’da, İzmir’de vb. Birçok yerde festivaller yapılıyor. Gidip oralarda bildiğimiz şeyleri öğretiyoruz.

Tango yapacak bireylerde özellikle aranan kriterler var mı?
Bence yürüyebilen herkes tango yapar. Özellikle aranan bir kriter yok. Mesela Türkler çok güzel tango yapar. Evet bu doğru bütün dünya bu konu da bize hayran. Dünyada Arjantin’den sonra en iyi tango yapan insanlar Türkiye’dedir. Bunun sebebini ben bizim özümüzde olan heyecana bağlıyorum yada Türkiye’de tangoya zaman ayıran sosyo ekonomik kısım çok yetenekli bundan dolayı da olabilir. Mesela ben Avrupa’ya gittim. Tango yapanların yaş ortalamasının çok yüksek olduğunu gördüm. Amerika’da tango yapanlar göçmenler, hayatta başarısız olmuş insanlar yada sosyal çevresi zayıf olan insanlar genelde.  Burada öyle değil. Belki maskülen bir toplum olduğumuz için. belki de tango yapanların yaş ortalaması biraz daha düşük bundan dolayı da olabilir. Avrupa’da insanlar çok rahat sosyalleşebiliyor ama Türkiye’de sosyalleşebilmek için insanlar etkinliklere gidiyor. Belki de bu da Türkiye’yi iyi yapan nedenlerden biridir. Bizim 18 yaşında 77 yaşına kadar öğrencimiz var. Türbanlı öğrencilerimiz var. Yabancı öğrencilerimiz var.


İyi bir dansçı olabilmek içi ne kadar eğitim almak gerekiyor?
Arjantin tangosu sosyal bir dans bir 2 ayda sosyal olarak bir tango dansçısı olabilirsiniz. Tabi dersleri aksatmayacak ve pratiklere de düzenli gideceksiniz. Bu şekilde 2 ay içerisinde kendinizi ifade edebilecek bir seviyeye gelebilirsiniz. Profesyonel olmak çok uzun soluklu bir şey.  Çalışmanıza bağlı olarak profesyonelleşirsiniz.  Benim 6 yılımı aldı. Bizim zamanımızda bu kadar kolay değildi tabi ama şuan öyle değil her şeyi kolaylıkla öğrenmek mümkün. Eğitim alınabilecek çok fazla hoca var. Ama iş sizde bitiyor yine de. Profesyonellikten ne anladığına da bağlıdır bu. Ne olmak istiyorsun? Dünyanın en iyisi mi, Türkiye’nin en iyisi mi yoksa kendince iyi mi olmak istiyorsun? Biz bize gelip ben tango hocası olmak istiyorum diyen insanları ücretsiz eğitiyoruz ve meslek sahibi yapmaya çalışıyoruz.

Okulunuzda eğitim alan bireylerin yaş aralığı nedir?
18 yaşından tutun 77 yaşına kadar öğrencilerimiz var ama genel olarak baktığımızda Türkiye’de katılanların ya aralığı 25-45 arasında değişmektedir.

Tango yada herhangi başka bir dans alanında eğitim almanın sosyal açıdan bireye katkıları nelerdir?
Çok faydası var. Öncelikle müzik, iletişim kuran bir insanın sosyalleşmesi için çok önemlidir. Tangoda partnerinle sadece konuşarak değil dokunarak da iletişim kurabiliyorsun.
Türkiye’de dokunmak biraz tabu aslında. Burada ise tam tersi insanlara, insanlara dokunmayı öğretiyoruz. Korkmadan, çekinmeden. İyi bir iletişim kurulduğu taktirde çok daha güzel ve eğlenceli vakit geçirilebileceğini göstermeye çalışıyoruz. Artı dans eden kısım biraz daha kendini bilen, nezih bir kısımdan oluştuğu için hiçbir sıkıntı yaşamıyoruz. Tangoda tabularını yıkan kısımda bulunan insanlar bu işe daha bir dört elle sarılıyor.

(tango to istanbul)
Eşref Tekinalp & Vanessa Gauch

Türkiye’de tangoya olan ilgi ve istek ne durumda?
Buna şu şekilde bakabiliriz. İki bakış açısı var tangoya. Biz bazen halk etkinlikleri yapıyoruz. Konserler yapıyoruz, alışveriş merkezlerinde gösteriler yapıyoruz o zaman etrafımıza baktığımızda insanların bizlere gülen güzel gözlerle baktığını görüyoruz. Tangonun imajı bundan dolayı güzel aslında Türkiye’de.  Tabi bunlar kadar muhafazakâr kesimler de var tabi. Sanırım onların bakış açısı diğerlerine oranla biraz farklı. Bunları reklamların altına yazılan yazılarda filan da görebiliyoruz.  Bazen televizyonlarda film, yarışma gibi programlar yayınlanıyor. Her programdan sonra ertesi gün bizim telefonlar dur durak bilmeden çalıyor ve herkes dans dersi almak istiyor. Bir dönem acunun sunduğu bir program vardı benimle dans eder misin isimli bir dans programı o dönem herkes dans etmek istiyor ve öğrenmeye çalışıyordu. Ama onun dışında kültür sanat ne yazık ki ülkemizde çok zayıf. Avrupa’da konser, tiyatro vs. salonları dolup taşarken burada tam tersi. Etkinliklere giden sayısı çok az, konsere giden sayısı çok az.

İstanbul Tango Okulu olarak geleceğe dair yurtiçi ve yurt dışı planlarınız var mı varsa nedir bu planlar?
İstanbul Tango’nun yaptığı bir festival var ‘Tango to İstanbul’. Her mart ayının başında yapıyoruz bunu ve dünyanın en büyük tango festivali ve dünyanın her yerinden sanatçılar, dansılar geliyor. Bunla ilgili hiçbir destek alamasak da biz bunu yapmaya devam ediyoruz. Biz bunu ‘ Tango to İstanbul’dan sonra ‘  Tango to Roma ‘ diye İtalya’da da yapacağız. İlk defa bir Türk okulu yurtdışında festival yapıyor olacak. Her şeyini biz yapıyoruz ve sonra bunu bütün dünyaya yaymak istiyoruz. ‘ Tango to Paris ‘, ‘Tango to Moskova’, ‘ Tango to London’ diye devam etmek istiyoruz. Bu bizim hayalimiz ve gelecekteki projemiz. Bu sene ilk adımı atacağız. 11 tane festival yaptık Türkiye’de. İlgi çok iyi. 52 ülkeden insan geliyor.

26 Aralık 2018 Çarşamba

KÜÇÜK MUTLU AĞAÇLARIN DÜNYACA ÜNLÜ RESSAMI

(noniva)

Bob Ross: Fırçamızla tuvalimize dokunuyoruz. Çok kolay… Korkmadan dokunuyoruz.
Hata diye bir şey yoktur. Sadece çalılıklar vardır.

Yediden yetmişe herkese resim sevinci aşılayan ressam Bob Ross’un sanata olan ilgisi gençlik yıllarına dayanır.

Lisedeyken okulu bırakan Bob Ross, marangoz olan babasının atölyesinde çıraklık yapmaya başladı. Atölyede yaşadığı bir kaza sonucu sol işaret parmağının ucunu kaybetti.

(twoinchbrush)

Ross, 18 yaşındayken Hava Kuvvetleri’ne katıldı ve burada tıbbi kayıt teknisyeni olarak çalışmaya başladı ve 20 yıl boyunca burada çalıştı.
Hava Kuvvetleri’nde Ross’un çoğu Fairbanks, Alaska yakınlarındaki Eielson Hava Kuvvetleri Üssü’ndeki klinikte geçti. Çalışkandı ve mesleğini en iyi şekilde yapmaya çalışıyordu ama iş kendi doğasına aykırıydı.

Sürekli bağıran ve emirler yağdıran biri olamıyordu ve kendi kendine ‘Eğer bir gün ordudan ayrılırsam bir daha asla bağırmayacağım’ diye yemin etti.

(liketotally80's)

Ross, fazladan para kazanabilmek için boş zamanlarında resim yapmaya başladı ve çoğu zamanını resmetmek için karlarla kaplı arazilere, bozulmamış ormanlara ve muhteşem bir doğaya sahip, Fairbanks’te gerçirdi ve buralardan ilham aldı.
Bu manzara, Florida’ya döndükten sonra bile Ross’a ilham kaynağı olmaya devam etti. Kendi kendine boyamayı öğrendi ve bir yandan da 30 dakikalık molalarında resimlerini tamamlamaya çalıştı. Sonunda onu kendi tarzını nasıl yaratacağını öğretecek bir öğretmen buldu.

Öğretmeni, William Alexander adlı eski bir Alman askeriydi; II. Dünya Savaşı sonunda Amerika’ya yerleşmiş ve burada yaşamak için resim yapmaya başlamıştı. Tekniği, boyanın kurumasını beklemeden birbiri üzerine boyamakla ilgiliydi ve bu teknik Bob Ross’a çok ideal geldi.

(imagenesmy)

William Alexander’ın öğrencisi olmak ve verdiği resim dersleri ona pek fazla para kazandırmadı. Faturaları zar zor ödüyor ve paraya ihtiyacı daha da artıyordu. Meşhur saçları bile Ross’un parasızlık sorununa karşı bulduğu bir çözümdü.
Ross’un iş ortağı ve yakın arkadaşı Annette Kowalski bir röportajında, Ross’un kendinden önce giden saçlarının sırf berber masraflarından kurtulmak için bu halde olduğunu söylemiştir.

Ross aslında saçlarının bu halinden hoşlanmıyordu ama bir yerden de sonra kıvırcık saçları imajının bir parçası olmuştu. Bu yüzden Ross, saçlarını hiç kestirmedi.

(wrur)

İş için William Alexander’ı görmeye giden Annette Kowalski, karşısında Bob Ross’u buldu ve hayal kırıklığına uğradı. O dönemlerde Kowalski, bir trafik kazasında çocuğunu kaybetmiştir ve ruh hali pek iyi değildir. Ross’un resim yaparken sakin ve yatıştırıcı bir ses tonuyla konuşması, onu çok rahatlatmış ve bu durum yeni bir ortaklığın başlamasına olanak sağlamıştır. Böylelikle Ross, zamanla da popüler kültürün en önemli simgelerinden biri haline gelmeye başlar.

İlk kez 1983’te PBS kanalında yayınlanan ‘Resim Sevinci’nde Ross resim çizmek isteyen herkese nasıl resim çizileceğini öğretmeye başlar. Ross, geceleri uyanıp sürekli resimler çizip, pratikler yapar ve programda kullanacağı şeyleri tekrar tekrar uygulamaya çalışır. Askerlikten kalma detaycılığını işine de yansıtır ve şovunu gölgeleyecek herhangi bir şey olmasına asla müsaade etmez. 

(sanatkaravanı)
(fineartamerica)

Ross’un programında yaptığı her resim, hemen hemen aynı olan üç kopyadan biriydi. Şov sırasında ne kadar doğaçlama çizim yapıyor gibi görünse de aslında bir tane yayından önce, bir tane de yayın sırasında ve bir tane de resim kitabında yer alması için fotoğraflanacak olan üç farklı versiyon hazırlıyordu.
Ünlü ressam bir yandan programa devam ederken bir yandan da ders veriyordu. Ross’un öğrencileri de, ilerleyen dönemlerde onun gibi ders vermeye başladı ve Ross da zaman zaman bu derslere konuk olarak katıldı. Öğrencilerin onun sadece tekniğini değil, sakin mizacını da öğrenmişti ve verdikleri derslerde de hep onun tarzını kullanıyorlardı.
Programın diğer ülkelerde yayınlanmaya başlamasıyla ve öğrencilerinin onun izinden gitmesiyle birlikte Ross’un dünyanın her yerinden milyonlarca hayranı olmaya başladı.
Elde ettiği bu başarı, Ross’un yaşam tarzını değiştirmedi ve karısıyla birlikte sessiz sakin bir yaşam sürmeye devam etti. 1994 ilkbaharında beklenmedik bir gelişme yaşandı ve Ross’a geç evre lenfoma tanısı konuldu. Tedavi süreci, artık uzun çalışma saatlerine izin vermiyor ve Ross çok yorgun düşüyordu.

15 Mayıs’ta ekrana gelen son bölümünün ardından programını bitirdi. Bir yıl sonra da hayata gözlerini yumdu.