Çağımızı
saran küreselleşme olgusunun uluslararası taşıyıcılığı işlevini yüklenen kitle
iletişimi teknolojinin gelişimi ile değişime uğradı.
Teknoloji geçmişten günümüze hızla ilerlemeler
kaydetti ve hayatımızın hemen hemen her alanına yayıldı. Bu durum hayat
koşullarının, yaşam tarzlarının ve alışkanlıklarının değişmesinde de önemli rol
oynadı. İzleyici kitlesinin alışkanlıkları ve talepleri de buna bağlı olarak
değişimlere uğradı. Bugün teknoloji ile tanıştığımız ilk zamana baktığımızda her şeyin daha hızlı yol
aldığını ve bizim bir çok alışkanlığımızın da buna göre şekillendiğini
görüyoruz. Teknoloji, toplumun bakış açısını da toplumun yapısını da teknoloji
çağına göre şekillendirmeye başladı. Gerçekleşen bu yeniliklerle Türkiye
televizyonu da büyük bir değişime uğradı. Yayıncılık, izleyici kitlesi ve
yayıncılık yapısı… Peki , nedir bu
değişimler? Çiğdem Tunç’ a sorduk.
Bize
kendinizi 3 kelime ile tanımlar mısınız?
Cesur, merhametli, yaratıcı
Nasıl
bir ailede büyüdünüz? Kendinize rol model aldığınız biri var mıydı?
Tabi. Annem güzel sanatlar fakültesi
resim bölümünü bitirmiş sanatsal vasıfları önde bir hanım efendiydi. Evlendikten
sonra ise ev kadınlığını ve anneliğini
tercih etmiş. Yedi kuşak İstanbullu hatta Köprülüzadelerden anne tarafım. Bende
tabi onlardanım. Babam ise genç bir banka memuruydu. Sonrasında müdür oldu. Tek
çocukları olan ablam doğduğunda bir haftalıkken vefat etmiş. Serpil gülmüş adı.
Annem beni ü yaşında iken Türkiye’nin en önemli bale hocası Yıldız Alpar’a
götürmüş. Bundan yıllar yıllar önce bale çok erişilebilir noktada değil iken.
Her ne kadar babamı erken kaybetsem de ok güzel bir çocukluk geçirdim ve
sevgiyi doya doya yaşadım. Annemin hep sanat yolumdaki adımlarımı desteklediği
ve teşviklediği bir ortamda yetiştim. Anneannemde çalışmalarımdan çok heyecan
duyardı ve desteklerdi. Bunun içinde bana ok huzur dolu bir yuva verdiler.
Televizyon
yaşamınız nasıl başladı?
Yıl 1984 o zamana kadar
önce liseyi Üsküdar American’ da bitirdim. Sonra Marmara Üniversitesi İletişim
fakültesine girdim. Aynı sene de devlet opera balesine yevmiye olarak kabul
edildim. Orada bir sezon kaldıktan sonra Şan Tiyatrosu müzikalleri altın çağı
başladı. Çok büyük üstalar il o müzikallerde baleden geldiğim için dansçı
olarak çalıştım. Öyle bir noktaya geldi ki ilerleyişim en son Müjdat Gezen,
Perran Kutman, Savaş Dinçer gibi büyük sanatçıların yanında artık başrollerde
oynayabilecek seviyeye geldiğimde 1984 yılında Mehmet Ali Erbil ile birlikte
çalışmam için TRT’de Ankara televizyonu
tarafından sunuculuk teklifi geldi. 1984 yılında başladığım sunuculuk ve
televizyonculuk hayatımı 2010 senesine kadar aralıksız sürdürdüm. O teklif geldiğinde yaklaşık sekiz sene kadar
yani 1992 yılına kadar TRT televizyonlarında İstanbul, Ankara müzik eğlencede
hem sunucu hem yapım yardımcısı olarak hemen hemen her kademesinde görev aldım.
Özel televizyonlar dönemi açıldı bende kanal 6 ile başladım özel televizyon
macerama. Sadece sunuculukla kalmadım yapımda da görev aldım. Genel müdür yardımcılığına
kadar Medica Channel’ da geldim. Bu kariyeri
aralıksız sürdürdüm. Aslında sanatçı olduğum kadar yayıncıyım da.
Sizin
için TRT ne anlama geliyor?
Ekol ve okul. Fransızcası ekol yani okul
anlamına geliyor. Çünkü orada çok önemli kriterler vardı.Bugün ki gibi değil.
Türkçe’ yi kusursuz, doğru vurgularla , eksiksiz ve zengin konuşma
zorunluluğumuz vardı. Bir laf söylerken bir ka defa düşünürdük. Türkçe’ ye ne
kadar yakışıyor, Türkçe’nin hangi kurallı içerisinde bu cümleler cümleler
kuruluyor bunları düşünürdük her zaman. Zaten benden önceki kuşakla benim
kuşağıma baktığınız zaman Türkçe'mizle fark ediliriz. Bu TRT bir terbiyesidir. Mesela bugünlerde ekranda
görebileceğimiz Serap Paköz var. Hep TRT terbiyesinden gelmiş sunucu veya
spikeri anlarsınız. Daha kural ve kaide ile konuşurlar. Vurguları ona göredir.
Ne kadar neşeli ne kadar ılgın programlar üretirsek üretelim hep o terbiyeden
dışarı taşmayız.
TRT
döneminin ustalarını erkanda neden daha az veya hiç göremiyoruz?
Bana gelene kadar bizim büyük ustalar
Halit Kıvanç Sağ, Erkan Yolaç Sağ, Cemile Kutgün Sağ bunlar bizim hep
ustalarımızdı. Bazı yöneticiler, hepsine mal etmiyorum ve bazı çevreler ok iyi
bilen insanlarla alışmak istemez çünkü kendisinin eksikleri, zaafları ve ne
kadar az bildikleri ortaya çıkıverir. Bu yüzden kendi bilgi birikimleri yada
birikimsizliklerine eş değerde daha kolay söz geçirebilecek insanları
seçerler. Ama bunlar doğru insanlar
mıdır burası tartışılır. En temel kompleks budur.
Eksi
ve yeni sunucu – programcı ve programlar arasında bir far var mıdır ? Bu
farklar nelerdir?
Evet var. Yeniye asla karşı değilim.
Televizyonculuk, yayıncılık yaşadığımız çağ ile doğru orantılı bir ivmede ve
ritimde olması şart. Yoksa tercih edilmez, seyredilmezsiniz. İvme kazanmak
zorundasınızdır. Bu ivmeyi sağlayan yapımları bu ivmeyi sağlayan sunucu ve
spikerleri görmüyor değiliz ama bu metronomsa çağın hızı televizyonculukta buna
uymak zorundadır. Ama buna uyacağım diye sanki sosyal medyada mesajlaşır gibi
konuşan, özgürlük çağındayız diye ağzından çıkanı duymayan insanları o noktaya
getirip koyarsanız ekran skandalları ile karşı karşıya kalırsınız. Ne yazık ki
çokta cezalandırıldıklarını düşünmüyorum. Cezadan kastım yaptırım değil. Fakat
seyirci yine izlemeye devam ediyor. İnsanlar bu tarz programları bünyelerinde
çalıştırmakta beyiz görmüyorlar. Maalesef alan memnun satan memnun gibi bir
durum çıkıyor ortaya. Yenilerde kendisinden önce bu işi yapmış olan insanlardan
bir şey öğrenmeme isteği var. aradaki bu köprüler atılabilse çok istifade
edilir. Biz öyle yetişmedik. Biz Halit Kıvanç, Orhan Boran konuşurken neler
öğrenebiliriz onlardan çok dikkat ederdik. Bunların zamanı geçmiş diye kendi
bildiğimizi okumazdık. Biraz öyle bir fark var.
Peki
özel televizyonlar mesleki açıdan size neler yükledi?
Çok şey kattı. Şirketler
kanalıyla yayın yapmakla kurum kanalıyla yayın yapmak arasında farklar var.
daha çabuk seyredilmek, daha çabuk söz edilmek ve daha çabuk dikkat çekmek ve bunu da reklama ve
dolayısıyla maddi imkana dönüştürme arzusu ediyorlar. Onun bir hızı var. Özel
televizyonculukta çok uzun zaman çalıştım. Daha kreatif işler yaptım.
Oyunculuğumu ve sanatçı vasıflarımı işin içerisine sokup
görsel şovlar yapabilme, sergileyebilme imkanı buldum. Belirli bir
özgürlük alanı sağlamıyor değil. Çok memnun kaldım. Farklı bir bakış açısı
kazanmamı sağladı.
Türk
televizyonculuğu özel kanallarla değişime uğradı mı?
Uğradı. Kurumsallık ve şirketleşme. Özel
sektörde satılmak istenen işler yani bazı fabrikalarımız , iş alanlarımız var.
özel sektörde daha çok şirketleşme mantığı var. Daha çok , daha seri piyasaya
sürüp ve daha seri maddi girdi hedeflenir. Bunun da tabi daha getirdiği
değişiklikler olabilir. İyi de olabilir kötü de olabilir. Ben iyi yanlarından
istifade ettim. Kreatif yönlerimi geliştirmek için imkan buldum. Birde fark
yaratma isteği olması lazım. Fark yaratanlar hemen fark edilir. Fark yaratan da
daima öncülük ve liderlik vasfını üstlenir.
Televizyonda
çok eleştirilen programlar yapılıyor. Programlarında sunucularında seviyesi çok
tartışılıyor. Ekranın bu duruma gelmesinin sebepleri nelerdir?
Özel televizyonculuk Türkiye’ de yer
alıp, TRT normlarının dışında bir anlamda belki daha özgür üretilmeli. Hangi
mecrasını seçeceksiniz ayni kurumsal tek bir devlet tekelinde televizyon
değilim ben aynı kalite ile yürüyeyim işim biraz daha zor ve çetrefilli olsun
diye mi yapacaksınız yoksa biran önce ne olursa olsun seyredileyim, reklam
gelirlerine gireyim gözüyle mi bakacaksınız. Bazı televizyonların ve o
televizyonların görevlendirdiği programcıların da hangi üslubu seçtiklerine
bağlı. Bu biraz tabi özelleşme ile
ilgili bir şey. Bunun iyi yanları da var kötü yanları da var. Ama maalesef
onlar hep olacaklar. Onlara bir şey yapmanın mümkünatı yok. O beğenmediğimiz, bu
ne rezalet dediğimiz şeyler maalesef halk olarak da onları seyretmeyi seviyor
ve onlara çok ilgi duyuyoruz. Albert
Einstain’ in fotoğrafı dolaştırılıyor sokakta. Herkes onu bir televizyon yüzüne
benzetiyor. Kim olduğunu bilmiyor. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük bilim adamını
Nejat Uygur zanneden var. Fakat iki, üç
dizi üst üste çevirmiş, ismini duyunca bizim ‘aa bu kim’ dediğimiz insanları
herkes tanıyor. Biraz kendimize de çuvaldızı batırmamız lazım bence.
İzleyicilere
de baktığımızda bu eleştirdikleri programları eleştiriyorlar. Reytingleri yukarıya taşıyorlar. İzleyiciler zamanla çok kaliteli yapımlardan bu tür
yapımları izlemeye nasıl geçiş yaptı?
Tek bir cevap vereceğim. Sokağa çıkalım.
Kadıköy meydanına inelim. İnsanlar banklarda oturuyorlardır. Bir tanesi de
pantolonunu gömleğini çıkarıp iç çamaşırı ile oturuyordur. Sizce hangi
hangisine daha çok bakarsınız? Onu koyuyorsanız ona bakılır. Onu koymamayı
tercih etmek bir erdemdir aslında. Ama dediğim gibi biran önce paraya
çevirmekse yayıncılığı bunu koyuyorsunuz. Ve koyarlar. Bu sadece Türkiye’ de
değil tüm dünyada böyledir. Sabah izlediğim bir Amerikan yapımı bir belgeselde
insanlar birbirlerine girmişlerdi. Bu bir rezalet gibi görünse de bizim için en çok reytingi o program
alıyor aslında. Ama en azında orada çok
seçenek var. inşaların karşısına sadece böyle programlar çıkarılmıyor. Tek
seçenek sunulmuyor. Anti tez olan
programlarda var. Bizde ne yazık ki seçenek az.
Televizyon
para isteyen bir iş. Program yapımcılığı, işin kullandığı malzemeler iyi bir
finans istiyor. Dar bir bütçe ile daha kaliteli program yapan, sunan televizyonculardan
bu büyük paraları yatıran yatırımcılara nasıl dönüşüldü ? Bu iki dönemi nasıl
görüyorsunuz?
Aslında TRT tek tabanca iken, tek devlet
kurumu iken TRT’ nin sınırsız imkanı vardı. Şuan bile en iyi kanalda bile TRT’
nin elindeki imkanlar yoktur. Arkasında devlet var çünkü. Buna geçmek Türk
futbolunda hem iyi sonuç verdi hem kötü sonuç verdi. İyi sonuç verdi çünkü işin
içine finans girdi kalitesi arttı. Türk televizyonculuğunda da oldu aslında.
Mesela ‘ Vatanım Sensin’ isimli bir dizi yapılıyor. Bütün imkanlar sınırsız.
İyi huylu giden bir iş ama. Yani bunca imkanın arasında seyirciye doğruyu en
iyi oyuncularla, en iyi senaryo yazarları ile yapım ve yönetimde yer alan
bireylerle yapmayı sağlıyor.