16 Aralık 2018 Pazar

SALO YADA SADOM'UN 120 GÜNÜ


FREUD'UN KİŞİLİK KURAMINA GÖRE 'SALO YADA SADOM' FİLM İNCELEMESİ:

Marquis De Sade'ye ait bir başyapıt olan ' Salo O Le 120 Gıornate Dı Sodoma'  Pier Paolo Passolini yönetmenliğinde özgürlük anlayışının uç noktalarını değiniyor.




FİLMİN KONUSU

1943-1945 yılları arasında Nazi işgali sırasında İtalya’nın kuzeyinde kurulan Faşist İtalyan Sosyal Cumhuriyeti ya da diğer bir adıyla Salo Cumhuriyeti’nde, 4 faşist elit bir nevi insan avına çıkarak italya’nın dört bir yanından topladıkları (tercihen anarşist gençleri ve seçkin ailelerin çocuklarını) 9 kadın 9 erkek olmak üzere toplamda 18 kişiyi esir alırlar.
Topladıkları gençleri şehrin uzak bir yerinde bulunan eski bir şatoya hapsederek, çeşitli sadist fantezilerini bu insanlar üzerinde deneyimlerler. Faşist elitlere eşlik eden ayrıca 4 tane de    (geçmişlerinde fahişelik yapmış) yaşlı kadın vardır. Bu yaşlı kadınlar, esir alınan genç kadınları müzayede sergilenen birer eşya gibi elit erkeklerin önüne sunarlar. Aralarından “en güzellerini” tercih eden erkekler, bedenleri üzerinde tahakküm kurarak bu kadınları birer seks kölesine dönüştürürler.
Yaşlı kadınlar burada kendi güzellik algılarıyla seçtikleri genç kadınları erkeklere beğendirme çabasına girerek bir bakıma güzellik kavramının ataerkinin tekelinde tuttuğu, güzelliği ve çirkinliği belirleyenin erkek egemenliği olduğunu temsilen, kadın tercihinin erkeğin onayıyla belirlendiği bir sistemin edilgen üreticileri rolünü de üstlenmişlerdir.

Bu yaşlı kadınların filmin ölümcül oyunlarındaki diğer rolleri ise, bir taraftan Mussolini destekçisi Amerikalı Şair Ezra Pound’un 4 dizelerini okumak, bir taraftan da sapkın boyutlara varan ve şiddetle harmanlanan müstehcen hikayeler anlatmaktır. Bu hikayelere film boyunca (Pasoli’nin faşist olarak nitelendirdiği) Alman besteci Carl Off’un Carmina Burana5 adlı eserinden kantatlar eşlik eder. Bir bakıma filmdeki anlatıcı kadının rolü, ilk günahın işlenmesi için gerekli olan erotik kışkırtıcılığı sağlaması, ilk adımı atmasıdır. Kadın bir arzu nesnesi olarak vurgulanmaktadır.


(schabriereswordpress)

YÖNETMEN:  Pier Paolo Pasolini


FİLMİN KISA ANALİZİ


Salo, or the 120 Days of Sodom filmi 1944 yılında Nazi Almanyası'nın kontrolünde Kuzey İtalya'da kurulmuş kısa ömürlü bir kukla devlet olan ve "Salò Cumhuriyeti" olarak da bilinen faşist İtalyan Sosyal Cumhuriyeti'ne karşı bir atıftır. Film Pasolini’ nin hayatından izler taşımaktadır. Pier Paolo Pasolini 20'li yaşlarında bir süre Salo Cumhuriyeti'nde yaşamıştır. Pasolini burada iken tutuklanmış, kardeşi Guido ise öldürülmüştü. Çocukluk yıllarından beri tam bir Kapitalizm karşıtı olan Pasolini, bu filmde Salo Cumhuriyeti’ni keskin bir şekilde eleştirmiştir. Pasolini’ ye göre sınırsız vahşilik ve işkence, devletin sistemine itaat etmeyenlerden aldığı intikamın pratikleridir. Devlet’in kendini gösteriş biçimi işkencedir. Bölümlere ayrılan filmde, devletin bireylere uyguladığı işkencelerin ve onları ele geçiriş biçimlerinin sanatsal ve alegorik anlatımları sunulur. Buna göre iktidar, gücünü insanı ve insan bedenini çeşitli-bölümlenmiş-ele geçiriş pratikleriyle köleleştirmektedir. Nitekim Pasolini, savaşlarda esir alınan insanların üzerinde yapılan işkenceleri ve herhangi bir üstünlüğe sahip olduğu anda, bir insanın diğer bir insana akıl almaz boyutlarda nasıl hükmettiğini sunar. Kadınların da filmde faşist ataerkil iktidarın boyunduruğu altına girerek köleleştirildiği, değersizleştirildiği ve her yönden bu ataerkil sistemin edilgen üreticileri olarak tezahür edilişi gösterilir. Filmin bölümleri, iktidarın çeşitli baskı mekanizmalarıyla bireyler üzerinde uyguladığı güç gösterisinin çeşitlendirilmiş metaforlarıdır.

FİLMİN BÖLÜMLERİ


1. Antinferno - Cehenneme Giriş

2. Girone Della Manie - Saplantı Çemberi

3. Girone Della Merda- Dışkı Çemberi

4. Girone Della Sangue- Kan Çemberi



ANA KARAKTERLER


Paolo Bonacelli -  Dük

Giorgio Cataldi - Piskopos

Aldo Valletti - Başkan

Umberto Paolo Quintavalle - Suh Yargıcı




ANA KARAKTER ANALİZİ:
  
Filmde ki 4 ana karakterde aynı özellikleri taşımaktadır. Dördü de üst sınıftandır ve en anarşist, en psikopat, en karanlık  ruh haline sahiptirler. 

Freud’un psikanalitik kuramlar çerçevesinde incelendiğinde bu dört ana karakter için en uygun kuram, içgüdüsel ihtiyaçlardan ve dürtülerden türetilen psikolojik enerjinin kaynağı olan İD kuramıdır.



Paolo Bonacelli - Dük
  
Paolo Bonacella filmde dük karakterini canlandırmaktadır. Dük karakteri hem homoseksüel hem de heteroseksüeldir. Cinselliğe karşı yaklaşımı kesinlikle duygusal yönden değildir. Karakter de ayrıca  Sodomi düşkünlüğü vardır. Freud’un ID kuramı bu karakterde oldukça yoğundur. Çünkü Dük karakteri film süresince alt benliğinde yatan her türlü sadist ve anarşist eğilimlerini açık ve net bir şekilde dışa vurmaktadır. Sınırlamamaktadır veya da durmamaktadır.  Karakterinin en karanlık yüzü olan bu mantık dışı eğilimler dük karakterini korkunç ve acımasız kılmaktadır. Tek düşüncesi bu karanlık eğilimleri yapmak istediği andan başlayarak, yapmayı bırakmak istediği ana kadar devam ettirmektir ve içerisindeki doyumsuz tatminsizliği gidermeye alışmaktır. Tek düşüncesi arzusudur ve insan öldürmek en haz aldığı durumdur..

“Yazgıları zevkimize uşaklık etmek olan güçsüz yaratıklar...Dış dünyanın bahşettiği o özgürlük denen saçmalığı umarım burada bulmayı beklemiyorsunuzdur. Herhangi bir yasal hakka sahip olmaktan uzaksınız. Dünya üzerinde hiç kimse burada olduğunuzu bilmiyor. Dünyanın ilgisinden o kadar uzaktasınız ki, bu açıdan zaten ölüsünüz.”

                                                                          The Duke

‘’Başkalarını aşağılanırken görmekten çok ciddi bir haz alıyorum.’’

                                                                           The Duke

‘’Birinin annesine borçlu olduğunu düşünmek çılgınlıktır. Sadece bir geceliğine yaşanılan bir haz için minnettarlık duymak saçmalıktır. Yaşadığı haz onun için yeterli bir ödüldür. Bu yüzden bir anneyi öldürmüştüm ve bundan çok haz almıştım.’’


                                                                            The Duke


                                                      
Giorgio Cataldi – Piskopos

Giorgio Cataldi  filmde bir Piskopos karakterini canlandırmaktadır. Piskopos karakteri de hem homoseksüel hem de heteroseksüeldir fakat ağırlıklı olarak homoseksüeldir. Cinselliğe karşı yaklaşımı kesinlikle duygusal değildir. Sodomi düşkünlüğü bu karakterde de yoğunluktadır. Freud’un ID kuramı bu karakterde de oldukça yoğundur. Çünkü Karakterin film süresince tek düşündüğü, alt benliğinde yatan korkunç arzu ve istekleri, şiddet eğilimlerini tatmin etmektir. Düşünce ve eğilimleri oldukça mantıkdışı ve sıradışıdır. En büyük hazzı ise erkek çocuklarıyla yaşadığı ilişkilerdir.




Aldo Valletti – Başkan

Aldo Valletti filmde bir Başkan karakterini canlandırmaktadır. Bu karakterde hem homoseksüel hem de heteroseksüeldir. Bu karakterinde cinselliğe yaklaşımı duygusal yönden değildir. Freud’un ID kuramının yoğun olduğu karakter sadece zevk duygusunu tatmin etmeyi düşünmektedir. Sodomi düşkünlüğü de bulunan karakterde aynı zamanda anal ilişkiye karşıda aşırı bir saplantı vardır. İnsan pisliği ile beslenmek en büyük hazzıdır. Başkan karakteri kendi içerisinde yaşadığı bu mantıkdışı saplantılı durumu sadece kendine değil esirlerine de yaşatmaktadır.


Umberto Paolo Quintavalle – Sulh Yargıcı


Umberto Paolo Quintavalle film de bir Sulh Yargıcını canlandırmaktadır. Quintavalle’nin canlandırdığı bu karakter de hem homoseksüel hem de heteroseksüeldir. Sadomi düşkünlüğü de bulunmaktadır. Freud’un ID kuramının yoğun olduğu karakterin en büyük hazzı üst sınıftan olan ve tanıdığı insanlar üzerinde bu eğilimlerini gerçekleştirmektir. Üst sınıftan olmasına rağmen içerisinde üst sınıf insanlara karşı farklı bir antipati var. Bu öfkeyi ellerindeki esirlerden çıkarmaktadır ve aşırı şiddet uygulamaktadır. İhtiyacı olan hazzı bu şekilde almaktadır.


MİZANSEN

1 saat 56 dakika süren filmin aslında en önemli kısmı daha doğrusu filmin temasını veren bölüm 20.00 – 23.00 arasındaki sahnedir. Sahne şatonun balkonunun bahçeye bakan kısmında geçmektedir. Herhangi bir obje, nesne bulunmamaktadır bu sahnede. Sadece balkonda duran üst sınıf ve balkonun altında onları dinleyen ele geçirilmiş esirler vardır. Onların sağ tarafında da evin hizmetlileri çalışanları bulunmaktadır. Bu bölümde oyuncular oldukça şık giyinmiş, makyajları yapılmış bir şekilde görünmektedir. Burada aslında balkondan konuşanlarda onları dinleyen esirler de aynı statüye sahip gibi görünmektedir. Esirler bağlı veya tutuklu değildir fakat etraflarında silahlı askerler bulunmakta ve hareketlerini kısıtlamaktadır.
Bu sahnenin önemi ise yönetmen Pasolini’ nin salo cumhuriyetine başta olmak üzere komünist yönetim biçiminin karanlık yüzüne,  güçlü olanın güçsüz olanın üzerindeki hükmüne atıftır. Aslında esirlerin hemen hemen hepsi üst sınıf ailelerin çocuklarıdır. İçerilerinde sadece bir yada iki tane düzene karşı olan anarşist genç bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası'nın desteği ile kurulmuş, İtalya'nın kuzeyindeki eski bir kukla devlet olan Salo’ya gelen bu dört sadist, psikopat ve en önemlisi anarşist karakterler güç ellerinde olduğu için keyfi olarak onları tutuklar ve gerek suçlularmış gibi hapsederler ve uymaları gereken kuralları onlara açıklar.
“Yazgıları zevkimize uşaklık etmek olan güçsüz yaratıklar... Dış dünyanın bahşettiği o özgürlük denen saçmalığı umarım burada bulmayı beklemiyorsunuzdur. Herhangi bir yasal hakka sahip olmaktan uzaksınız. Dünya üzerinde hiç kimse burada olduğunuzu bilmiyor. Dünyanın ilgisinden o kadar uzaktasınız ki, bu açıdan zaten ölüsünüz.”

Dük karakterinin konuşmaya bu şekilde bir giriş yapması zaten olaya yönetmenin değinmek istediği konuya açıklık getirmektedir. Güçlü olan güçsüz olanın üzerinde her türlü hakka sahiptir düşüncesi vardır bu sahnede.



                        Film Link:                       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.