FREUD'UN
KİŞİLİK KURAMINA GÖRE 'SALO YADA SADOM' FİLM İNCELEMESİ:
Marquis
De Sade'ye ait bir başyapıt olan ' Salo O Le 120 Gıornate Dı Sodoma' Pier Paolo Passolini yönetmenliğinde özgürlük
anlayışının uç noktalarını değiniyor.
FİLMİN
KONUSU
1943-1945
yılları arasında Nazi işgali sırasında İtalya’nın kuzeyinde kurulan Faşist
İtalyan Sosyal Cumhuriyeti ya da diğer bir adıyla Salo Cumhuriyeti’nde, 4
faşist elit bir nevi insan avına çıkarak italya’nın dört bir yanından
topladıkları (tercihen anarşist gençleri ve seçkin ailelerin çocuklarını) 9
kadın 9 erkek olmak üzere toplamda 18 kişiyi esir alırlar.
Topladıkları
gençleri şehrin uzak bir yerinde bulunan eski bir şatoya hapsederek, çeşitli
sadist fantezilerini bu insanlar üzerinde deneyimlerler. Faşist elitlere eşlik
eden ayrıca 4 tane de (geçmişlerinde
fahişelik yapmış) yaşlı kadın vardır. Bu yaşlı kadınlar, esir alınan genç
kadınları müzayede sergilenen birer eşya gibi elit erkeklerin önüne sunarlar. Aralarından
“en güzellerini” tercih eden erkekler, bedenleri üzerinde tahakküm kurarak bu
kadınları birer seks kölesine dönüştürürler.
Yaşlı
kadınlar burada kendi güzellik algılarıyla seçtikleri genç kadınları erkeklere
beğendirme çabasına girerek bir bakıma güzellik kavramının ataerkinin tekelinde
tuttuğu, güzelliği ve çirkinliği belirleyenin erkek egemenliği olduğunu
temsilen, kadın tercihinin erkeğin onayıyla belirlendiği bir sistemin edilgen
üreticileri rolünü de üstlenmişlerdir.
Bu
yaşlı kadınların filmin ölümcül oyunlarındaki diğer rolleri ise, bir taraftan
Mussolini destekçisi Amerikalı Şair Ezra Pound’un 4 dizelerini okumak, bir
taraftan da sapkın boyutlara varan ve şiddetle harmanlanan müstehcen hikayeler
anlatmaktır. Bu hikayelere film boyunca (Pasoli’nin faşist olarak nitelendirdiği)
Alman besteci Carl Off’un Carmina Burana5 adlı eserinden kantatlar eşlik eder.
Bir bakıma filmdeki anlatıcı kadının rolü, ilk günahın işlenmesi için gerekli
olan erotik kışkırtıcılığı sağlaması, ilk adımı atmasıdır. Kadın bir arzu
nesnesi olarak vurgulanmaktadır.
(schabriereswordpress)
YÖNETMEN:
Pier Paolo Pasolini
FİLMİN
KISA ANALİZİ
Salo, or the 120 Days of Sodom filmi 1944 yılında
Nazi Almanyası'nın kontrolünde Kuzey İtalya'da kurulmuş kısa ömürlü bir kukla
devlet olan ve "Salò Cumhuriyeti" olarak da bilinen faşist İtalyan
Sosyal Cumhuriyeti'ne karşı bir atıftır. Film Pasolini’ nin hayatından izler
taşımaktadır. Pier Paolo Pasolini 20'li yaşlarında bir süre Salo Cumhuriyeti'nde
yaşamıştır. Pasolini burada iken tutuklanmış, kardeşi Guido ise öldürülmüştü.
Çocukluk yıllarından beri tam bir Kapitalizm karşıtı olan Pasolini, bu filmde
Salo Cumhuriyeti’ni keskin bir şekilde eleştirmiştir. Pasolini’ ye göre
sınırsız vahşilik ve işkence, devletin sistemine itaat etmeyenlerden aldığı
intikamın pratikleridir. Devlet’in kendini gösteriş biçimi işkencedir.
Bölümlere ayrılan filmde, devletin bireylere uyguladığı işkencelerin ve onları
ele geçiriş biçimlerinin sanatsal ve alegorik anlatımları sunulur. Buna göre
iktidar, gücünü insanı ve insan bedenini çeşitli-bölümlenmiş-ele geçiriş
pratikleriyle köleleştirmektedir. Nitekim Pasolini, savaşlarda esir alınan
insanların üzerinde yapılan işkenceleri ve herhangi bir üstünlüğe sahip olduğu
anda, bir insanın diğer bir insana akıl almaz boyutlarda nasıl hükmettiğini
sunar. Kadınların da filmde faşist ataerkil iktidarın boyunduruğu altına
girerek köleleştirildiği, değersizleştirildiği ve her yönden bu ataerkil
sistemin edilgen üreticileri olarak tezahür edilişi gösterilir. Filmin
bölümleri, iktidarın çeşitli baskı mekanizmalarıyla bireyler üzerinde
uyguladığı güç gösterisinin çeşitlendirilmiş metaforlarıdır.
FİLMİN
BÖLÜMLERİ
1. Antinferno - Cehenneme Giriş
2. Girone Della Manie - Saplantı Çemberi
3. Girone Della Merda- Dışkı Çemberi
4. Girone Della Sangue- Kan Çemberi
ANA KARAKTERLER
Paolo Bonacelli -
Dük
Giorgio Cataldi - Piskopos
Aldo Valletti - Başkan
Umberto Paolo Quintavalle - Suh Yargıcı
ANA KARAKTER ANALİZİ:
Filmde ki 4 ana karakterde aynı özellikleri
taşımaktadır. Dördü de üst sınıftandır ve en anarşist, en psikopat, en
karanlık ruh haline sahiptirler.
Freud’un psikanalitik kuramlar çerçevesinde
incelendiğinde bu dört ana karakter için en uygun kuram, içgüdüsel
ihtiyaçlardan ve dürtülerden türetilen psikolojik enerjinin kaynağı olan İD
kuramıdır.
Paolo Bonacelli - Dük
Paolo Bonacella filmde dük karakterini
canlandırmaktadır. Dük karakteri hem homoseksüel hem de heteroseksüeldir.
Cinselliğe karşı yaklaşımı kesinlikle duygusal yönden değildir. Karakter de
ayrıca Sodomi düşkünlüğü vardır.
Freud’un ID kuramı bu karakterde oldukça yoğundur. Çünkü Dük karakteri film
süresince alt benliğinde yatan her türlü sadist ve anarşist eğilimlerini açık
ve net bir şekilde dışa vurmaktadır. Sınırlamamaktadır veya da
durmamaktadır. Karakterinin en karanlık
yüzü olan bu mantık dışı eğilimler dük karakterini korkunç ve acımasız
kılmaktadır. Tek düşüncesi bu karanlık eğilimleri yapmak istediği andan
başlayarak, yapmayı bırakmak istediği ana kadar devam ettirmektir ve
içerisindeki doyumsuz tatminsizliği gidermeye alışmaktır. Tek düşüncesi
arzusudur ve insan öldürmek en haz aldığı durumdur..
“Yazgıları zevkimize uşaklık etmek olan güçsüz
yaratıklar...Dış dünyanın bahşettiği o özgürlük denen saçmalığı umarım burada
bulmayı beklemiyorsunuzdur. Herhangi bir yasal hakka sahip olmaktan uzaksınız.
Dünya üzerinde hiç kimse burada olduğunuzu bilmiyor. Dünyanın ilgisinden o
kadar uzaktasınız ki, bu açıdan zaten ölüsünüz.”
The
Duke
‘’Başkalarını aşağılanırken görmekten çok ciddi bir
haz alıyorum.’’
The Duke
‘’Birinin annesine borçlu olduğunu düşünmek
çılgınlıktır. Sadece bir geceliğine yaşanılan bir haz için minnettarlık duymak
saçmalıktır. Yaşadığı haz onun için yeterli bir ödüldür. Bu yüzden bir anneyi
öldürmüştüm ve bundan çok haz almıştım.’’
The
Duke
Giorgio
Cataldi – Piskopos
Giorgio Cataldi
filmde bir Piskopos karakterini canlandırmaktadır. Piskopos karakteri de
hem homoseksüel hem de heteroseksüeldir fakat ağırlıklı olarak homoseksüeldir.
Cinselliğe karşı yaklaşımı kesinlikle duygusal değildir. Sodomi düşkünlüğü bu
karakterde de yoğunluktadır. Freud’un ID kuramı bu karakterde de oldukça
yoğundur. Çünkü Karakterin film süresince tek düşündüğü, alt benliğinde yatan
korkunç arzu ve istekleri, şiddet eğilimlerini tatmin etmektir. Düşünce ve
eğilimleri oldukça mantıkdışı ve sıradışıdır. En büyük hazzı ise erkek
çocuklarıyla yaşadığı ilişkilerdir.
Aldo
Valletti – Başkan
Aldo Valletti filmde bir Başkan karakterini
canlandırmaktadır. Bu karakterde hem homoseksüel hem de heteroseksüeldir. Bu
karakterinde cinselliğe yaklaşımı duygusal yönden değildir. Freud’un ID
kuramının yoğun olduğu karakter sadece zevk duygusunu tatmin etmeyi düşünmektedir.
Sodomi düşkünlüğü de bulunan karakterde aynı zamanda anal ilişkiye karşıda
aşırı bir saplantı vardır. İnsan pisliği ile beslenmek en büyük hazzıdır.
Başkan karakteri kendi içerisinde yaşadığı bu mantıkdışı saplantılı durumu
sadece kendine değil esirlerine de yaşatmaktadır.
Umberto
Paolo Quintavalle – Sulh Yargıcı
Umberto Paolo Quintavalle film de bir Sulh Yargıcını
canlandırmaktadır. Quintavalle’nin canlandırdığı bu karakter de hem homoseksüel
hem de heteroseksüeldir. Sadomi düşkünlüğü de bulunmaktadır. Freud’un ID
kuramının yoğun olduğu karakterin en büyük hazzı üst sınıftan olan ve tanıdığı
insanlar üzerinde bu eğilimlerini gerçekleştirmektir. Üst sınıftan olmasına
rağmen içerisinde üst sınıf insanlara karşı farklı bir antipati var. Bu öfkeyi
ellerindeki esirlerden çıkarmaktadır ve aşırı şiddet uygulamaktadır. İhtiyacı
olan hazzı bu şekilde almaktadır.
MİZANSEN
1
saat 56 dakika süren filmin aslında en önemli kısmı daha doğrusu filmin
temasını veren bölüm 20.00 – 23.00 arasındaki sahnedir. Sahne şatonun
balkonunun bahçeye bakan kısmında geçmektedir. Herhangi bir obje, nesne
bulunmamaktadır bu sahnede. Sadece balkonda duran üst sınıf ve balkonun altında
onları dinleyen ele geçirilmiş esirler vardır. Onların sağ tarafında da evin
hizmetlileri çalışanları bulunmaktadır. Bu bölümde oyuncular oldukça şık
giyinmiş, makyajları yapılmış bir şekilde görünmektedir. Burada aslında
balkondan konuşanlarda onları dinleyen esirler de aynı statüye sahip gibi
görünmektedir. Esirler bağlı veya tutuklu değildir fakat etraflarında silahlı
askerler bulunmakta ve hareketlerini kısıtlamaktadır.
Bu
sahnenin önemi ise yönetmen Pasolini’ nin salo cumhuriyetine başta olmak üzere
komünist yönetim biçiminin karanlık yüzüne,
güçlü olanın güçsüz olanın üzerindeki hükmüne atıftır. Aslında esirlerin
hemen hemen hepsi üst sınıf ailelerin çocuklarıdır. İçerilerinde sadece bir
yada iki tane düzene karşı olan anarşist genç bulunmaktadır. II. Dünya
Savaşı'nda Nazi Almanyası'nın desteği ile kurulmuş, İtalya'nın kuzeyindeki eski
bir kukla devlet olan Salo’ya gelen bu dört sadist, psikopat ve en önemlisi
anarşist karakterler güç ellerinde olduğu için keyfi olarak onları tutuklar ve
gerek suçlularmış gibi hapsederler ve uymaları gereken kuralları onlara
açıklar.
“Yazgıları
zevkimize uşaklık etmek olan güçsüz yaratıklar... Dış dünyanın bahşettiği o
özgürlük denen saçmalığı umarım burada bulmayı beklemiyorsunuzdur. Herhangi bir
yasal hakka sahip olmaktan uzaksınız. Dünya üzerinde hiç kimse burada olduğunuzu
bilmiyor. Dünyanın ilgisinden o kadar uzaktasınız ki, bu açıdan zaten
ölüsünüz.”
Dük
karakterinin konuşmaya bu şekilde bir giriş yapması zaten olaya yönetmenin
değinmek istediği konuya açıklık getirmektedir. Güçlü olan güçsüz olanın
üzerinde her türlü hakka sahiptir düşüncesi vardır bu sahnede.
Film
Link:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.